92406 kayıt bulundu.
1. isim , isim , isim , isim , Çalkanmak işi
1. Mehtap âlemiyle bütün Boğaziçi'nin çalkanmasına rağmen bu gecenin bir saz gecesi olacağını mutlaka herkes işitmiş olamazdı.
1. Mehtap âlemiyle bütün Boğaziçi'nin çalkanmasına rağmen bu gecenin bir saz gecesi olacağını mutlaka herkes işitmiş olamazdı.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Çalkama işine konu olmak
2. Deniz, göl dalgalanmak
1. Bu loş ve serin salonların altında Haliç'in denizliğini unutmuş, uslu suyu çalkanır.
1. Bu loş ve serin salonların altında Haliç'in denizliğini unutmuş, uslu suyu çalkanır.
3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Haber, söylenti herkesin ağzında dolaşmak
4. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Coşkunluk, hareketlilik içinde bulunmak
1. Herkes, her şey bir bahar sevinci içinde çalkanır durur.
1. Herkes, her şey bir bahar sevinci içinde çalkanır durur.
çalkantı sacı
1. isim , isim , isim , isim , Deniz ve gölde dalgalanma
1. Kaptan, gemiyi ağzına kadar doldurmuş, gemi yan yatmış, bir deniz çalkantısıyla alabora olmuş.
1. Kaptan, gemiyi ağzına kadar doldurmuş, gemi yan yatmış, bir deniz çalkantısıyla alabora olmuş.
2. Çalkanmış şey
3. Kalbur yardımıyla ayrılan çer çöp
4. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Coşku
1. Lodos rüzgârı es esebildiğine / Dinmesin gönlümdeki çalkantı
1. Lodos rüzgârı es esebildiğine / Dinmesin gönlümdeki çalkantı
5. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Kargaşa ve bunalımın yol açtığı düzensiz, karışık, sıkıntılı durum
1. Beraat etmen büyük çalkantı yaratır basında.
1. Beraat etmen büyük çalkantı yaratır basında.
1. isim , isim , denizcilik , denizcilik , isim , isim , denizcilik , denizcilik , Dip tankında bulunan sıvının hareketini yavaşlatan metal perde
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Çalkantısı olan
1. Dar boğazda deniz gece gündüz çalkantılıdır.
1. Dar boğazda deniz gece gündüz çalkantılıdır.
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Düzensiz, karmakarışık
1. Oldukça çalkantılı günler geçirdi, isteklerinin çoğunu gerçekleştirecek zaman bulamadı.
1. Oldukça çalkantılı günler geçirdi, isteklerinin çoğunu gerçekleştirecek zaman bulamadı.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Çalkantısı olmayan
1. Çalkantısız deniz.
1. Çalkantısız deniz.
1. isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , Tahıl tanesini yabancı nesnelerden seçmeye veya tohumlukta kullanılacak tahılı ayırmaya yarayan döner kalburlu araç, çalkağı, çalkak
1. isim , isim , isim , isim , Çalgıç
2. halk ağzında , halk ağzında , halk ağzında , halk ağzında , Tırpan
1. isim , isim , isim , isim , Çalmak işi
1. Kimsenin bilmediği bir havayı çalmaya başladılar.
1. Kimsenin bilmediği bir havayı çalmaya başladılar.
2. Hırsızlık, sirkat
1. Rüyamıza kadar giren bu bahçeden elma çalmaya gidiyorduk.
1. Rüyamıza kadar giren bu bahçeden elma çalmaya gidiyorduk.
3. Başa sarılan sarık
4. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Çalınmış
1. Çalma mal.
1. Çalma mal.
5. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Kakmalı olmayan, kalemle işlenmiş
1. Çalma çiçekli bir gümüş vazo.
1. Çalma çiçekli bir gümüş vazo.
6. halk ağzında , halk ağzında , halk ağzında , halk ağzında , Kibrit
1. `kimseye kötülük yapma yoksa onlar da sana aynı kötülüğü yaparlar` anlamında kullanılan bir söz
1. isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , Tahtadan yapılmış kap
1. çok keyifli ve sevinçli durumda bulunmak
2. bir işe çok hevesli görünmek
diskçalar, kasetçalar, uzunçalar, yürürçalar
1. -e , -e , -i , -i , -e , -e , -i , -i , Başkasının malını gizlice almak, hırsızlık etmek, aşırmak
1. İngiliz cephesinden at kaçırıp bize satan bedeviler dönüşlerinde bizim atlarımızı çalıp İngilizlere satarlardı.
1. İngiliz cephesinden at kaçırıp bize satan bedeviler dönüşlerinde bizim atlarımızı çalıp İngilizlere satarlardı.
2. Vurarak veya sürterek ses çıkartmak
1. Bir yandan mızıka istiklal havasını çalıyordu.
1. Bir yandan mızıka istiklal havasını çalıyordu.
3. Bir müziği dinlemeyi sağlayan aleti çalıştırmak
1. Fevkalade zekidir, iyi dans eder, piyano çalar, tenis oynar, ata biner, avcıdır, kayakçıdır.
1. Fevkalade zekidir, iyi dans eder, piyano çalar, tenis oynar, ata biner, avcıdır, kayakçıdır.
4. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Ses çıkarmak, ses vermek
1. Hafif hafif ıslıklar çalan sesi eski keskinliğini kaybetmiştir.
1. Hafif hafif ıslıklar çalan sesi eski keskinliğini kaybetmiştir.
5. Atmak, çarpmak, vurmak
6. Üzerine sürmek
1. Ekmeğin üzerine yağ çaldı.
1. Ekmeğin üzerine yağ çaldı.
7. -i , -i , -i , -i , Bozmak, zarar vermek
8. -i , -i , -i , -i , Kumaşın bir parçasını kesmek
9. Madeni oymak, kalemle işlemek
10. -e , -e , -e , -e , Benzemek, andırmak
1. Geniş alınlı, kırmızıya çalar, kahverengi saçlı, altın dişli tuhaf bir delikanlı gülümsedi.
1. Geniş alınlı, kırmızıya çalar, kahverengi saçlı, altın dişli tuhaf bir delikanlı gülümsedi.
11. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Zamanı boşa harcatmak, ziyan edilmesine yol açmak
12. -i , -i , halk ağzında , halk ağzında , -i , -i , halk ağzında , halk ağzında , Süpürmek, temizlemek
1. Tozu çalmak.
1. Tozu çalmak.
1. isim , isim , isim , isim , Parmaklara takılıp çalınan zil veya buna benzer ses çıkarıcı araç
1. Bet beniz solmuş, gözler büyümüş, kansız dudaklar aralık, alt üst dişler çalpara gibi birbirine vuruyor.
1. Bet beniz solmuş, gözler büyümüş, kansız dudaklar aralık, alt üst dişler çalpara gibi birbirine vuruyor.
2. hayvan bilimi , hayvan bilimi , hayvan bilimi , hayvan bilimi , Açıklarda, kumluk alanlarda yaşayan ve ağları keserek balıkçılara zarar veren bir tür çağanoz (Portunus puber)
3. denizcilik , denizcilik , denizcilik , denizcilik , Gemi bordasında, pis suları dışarı akıtıp deniz suyunu, içeri almayan, tulumba içindeki özel kapak
Lisan : Farsça çār + pāre
Telaffuz : ça'lpara
1. isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , Diken, çalı
1. zarf , zarf , zarf , zarf , Yakasına yapışıp sıkıca tutarak
1. Bizi çalyaka karakola götürdüler.
1. Bizi çalyaka karakola götürdüler.
Telaffuz : ça'lyaka
1. yakasına yapışıp sıkıca tutmak
1. Şimdi karakoldan görürlerse kudurmuşsun diyerek çalyaka ederler.
1. Şimdi karakoldan görürlerse kudurmuşsun diyerek çalyaka ederler.
cam çivisi, cam elyafı, camevi, camgöbeği, camgöz, cam göz, camgüzeli, cam kanatlılar, cam kaya, cam lifi, cam macunu, cam mozaik, cam resim, cam suyu, cam yuvası, cam yünü, beyaz cam, buzlu cam, ısıcam, kristal cam, mikalı cam, plastik cam, kelebek camı, Moskof camı, saat camı, tepe camı
1. isim , isim , isim , isim , Soda veya potas katılmış silisli kumun ateşte eritilmesiyle yapılan sert, saydam ve çabuk kırılır cisim
2. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Tümü veya bir bölümü bu maddeden yapılmış, sırça
1. Tıraşa başlarken biri büyük, biri küçük iki örtü alırdı, cam dolabından.
1. Tıraşa başlarken biri büyük, biri küçük iki örtü alırdı, cam dolabından.
3. Pencere
1. Camın önündeki masaların hemen arkasındaki yere oturup kalıyorum.
1. Camın önündeki masaların hemen arkasındaki yere oturup kalıyorum.
4. eskimiş , eskimiş , eskimiş , eskimiş , Kadeh, içki
Lisan : Farsça cām