92406 kayıt bulundu.
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Somurtkan, küskün (kimse)
1. ...-den yoksun olmak, uzak bulunmak
1. Yüzyıllardan beri sabah yüzü görmemiş uçsuz bucaksız kıraç topraklar.
1. Yüzyıllardan beri sabah yüzü görmemiş uçsuz bucaksız kıraç topraklar.
Ön Takı : (bir şey)
1. sıkılmaz, utanmaz bir duruma gelmek
2. toplumsal ilişkiler kurmaya, çevresini, dünyayı tanımaya başlamak
1. sevinci yüzünden belli olmak
1. Otele gidip lavabolu odayı görünce yüzüm güldü.
1. Otele gidip lavabolu odayı görünce yüzüm güldü.
2. feraha kavuşmak
1. Şehirlilerle köylüler arasındaki alışveriş şartları düzenlendikten sonra hepsinin yüzü gülmeye başladı.
1. Şehirlilerle köylüler arasındaki alışveriş şartları düzenlendikten sonra hepsinin yüzü gülmeye başladı.
3. temiz, tertipli duruma gelmek
1. kanı çekilip benzi solmak
1. Babuş da uyanmış ve yatağın içine oturmuş. Korkudan onun da yüzü kâğıt gibi.
1. Babuş da uyanmış ve yatağın içine oturmuş. Korkudan onun da yüzü kâğıt gibi.
Ön Takı : (birinin)
1. bir kimseden daha önce birçok ricada bulunduğu için yeni bir şey istemeye sıkılmak
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Utanacak bir durumu olan (kimse)
1. can sıkıcı bir durum, yüzünden belli olmak
1. Beraberce binmiş olduğumuz bir takside birdenbire yüzü karıştı, şoföre yüksek bir sesle...
1. Beraberce binmiş olduğumuz bir takside birdenbire yüzü karıştı, şoföre yüksek bir sesle...
1. `utanmayan, utanması sıkılması olmayan` anlamında kullanılan bir söz
1. yüzünde renk kalmamak, rengi solmak
1. Genç kadının yüzü kireç gibi ağarmıştı.
1. Genç kadının yüzü kireç gibi ağarmıştı.
1. yüzünde renk kalmamak
1. Bizim bacınınsa yüzü kireç kesildi.
1. Bizim bacınınsa yüzü kireç kesildi.
1. utanmak
1. Boynundan bir kese çıkardı fakat içine bakmadan ani bir fikirle yüzü kızardı.
1. Boynundan bir kese çıkardı fakat içine bakmadan ani bir fikirle yüzü kızardı.
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Birine söylenmesi güç olan şeyi sıkılmadan söyleyebilen veya kendisinden istenilen şeyleri rahatlıkla geri çevirebilen (kimse)
1. korku, üzüntü, coşku vb. sebeplerle yüzün rengi solmak
1. Gözleri büsbütün büyüdü, saçları dikildi, yüzü sarardı.
1. Gözleri büsbütün büyüdü, saçları dikildi, yüzü sarardı.
1. açıkça tanınmamak, belli belirsiz görünmek
1. Işık arkadan geldiği için yüzü seçilmiyor.
1. Işık arkadan geldiği için yüzü seçilmiyor.
1. çok sevilmek, hoşlanılmak
1. Paranın yüzü sıcaktır.
1. Paranın yüzü sıcaktır.
1. `birinin veya bir şeyin hatırına veya varlığına değer verildiği için` anlamında kullanılan bir söz
1. Ben şu iki kolumun yüzü suyu hürmetine yaşıyorum, yaşıyorsam.
1. Ben şu iki kolumun yüzü suyu hürmetine yaşıyorum, yaşıyorsam.