92406 kayıt bulundu.
1. niyetini, düşüncesini, eğilimini anlamaya çalışmak
1. Milletin sesini işitmek, nabzını yoklamak, meselesini ve durumunu kaynakta öğrenmek istiyordu.
1. Milletin sesini işitmek, nabzını yoklamak, meselesini ve durumunu kaynakta öğrenmek istiyordu.
2. düşünce, niyet ve eğilimi anlamak için ön araştırma yapmak
1. isim , isim , mecaz , mecaz , isim , isim , mecaz , mecaz , Düşünce, niyet ve eğilimi anlamak için yapılan ön araştırma
1. kalp vuruşu sürmek
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , ortaya çıkmak, görünmek, belli olmak
1. Viyana'da hayat sevincinin nabzı kahvelerde atar.
1. Viyana'da hayat sevincinin nabzı kahvelerde atar.
1. ölmek
1. Nabzı durdu, nefesi durdu galiba.
1. Nabzı durdu, nefesi durdu galiba.
1. elindeki imkânları kullanarak birinin hoşnutluğunu kazanmak, birini yola getirmek ve düşüncelerini benimsetmek
1. birinin hoşuna gidecek, gururunu okşayacak yolda davranmak
1. Başına gelmeyen bela kalmadı. Azıcık nabza göre şerbet versen başına bu dertler gelmezdi.
1. Başına gelmeyen bela kalmadı. Azıcık nabza göre şerbet versen başına bu dertler gelmezdi.
1. bir dakikadaki kalp atışını saymak
1. Sonra bileğini avucumun içine alarak nabzını sayıyorum.
1. Sonra bileğini avucumun içine alarak nabzını sayıyorum.
Ön Takı : (birinin)
1. nabzını saymak için bileğini tutmak
1. Doktor, hallacın yanına vardı. Nabzını tuttu.
1. Doktor, hallacın yanına vardı. Nabzını tuttu.
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , düşüncesini, niyetini, eğilimini anlamaya çalışmak
1. isim , isim , isim , isim , Sapı kısa, küçük odun baltası
1. Silahsız kaldık, köylüler bize dipçik, üvendire, nacak yetiştirdi.
1. Silahsız kaldık, köylüler bize dipçik, üvendire, nacak yetiştirdi.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Çaresi olmayan, çaresiz
2. Zavallı, düşkün
Lisan : Farsça nāçār
Telaffuz : na:ça:r
1. çare, çıkar yol bulamamak
1. Bu eski kafanın nasihatlerinden yıldığı için pek naçar kaldığı anlarda bu kapıyı çalar.
1. Bu eski kafanın nasihatlerinden yıldığı için pek naçar kaldığı anlarda bu kapıyı çalar.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Değersiz, önemsiz
1. Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.
1. Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.
Lisan : Farsça nāçīz
Telaffuz : na:çiz
1. zarf , zarf , eskimiş , eskimiş , zarf , zarf , eskimiş , eskimiş , Haddi olmayarak
1. Bunun için sizlere naçizane bir tavsiyem olacak.
1. Bunun için sizlere naçizane bir tavsiyem olacak.
2. Çok küçük, önemsiz bir şey olarak
Lisan : Farsça nāçīzāne
Telaffuz : na:çiza:ne
1. sıfat , sıfat , eskimiş , eskimiş , sıfat , sıfat , eskimiş , eskimiş , Bilgisiz, cahil
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Nobran, kaba, kötü
1. Heyhat ki iyiler gider, nadanlar kalır.
1. Heyhat ki iyiler gider, nadanlar kalır.
Lisan : Farsça nādān
Telaffuz : na:dan
1. isim , isim , isim , isim , Tarlayı sürüp herhangi bir şey ekmeden dinlenmeye bırakma
1. Uçsuz bucaksız uzayan kır / Kimi yerde nadas, kimi anız
1. Uçsuz bucaksız uzayan kır / Kimi yerde nadas, kimi anız
Lisan : Rumca
1. nadasa bırakmak
1. İki tarla ötede Çetecioğlu Mustafa, bu yıl mahsulünü kaldırdığı tarlayı nadas etmekle uğraşıyordu.
1. İki tarla ötede Çetecioğlu Mustafa, bu yıl mahsulünü kaldırdığı tarlayı nadas etmekle uğraşıyordu.
1. bir tarlayı sürüp herhangi bir şey ekmeden dinlenmeye bırakmak
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Nadasa bırakılmış
1. Olgunlaşan çürüyen meyve, yaprak, kök kokuları nadaslı tarlalardan yayılan ekşili kokular sızıyordu bir yerlerden.
1. Olgunlaşan çürüyen meyve, yaprak, kök kokuları nadaslı tarlalardan yayılan ekşili kokular sızıyordu bir yerlerden.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Nadas için ayrılmış
1. Nadaslık tarla.
1. Nadaslık tarla.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Az görülür, görülmedik, seyrek görülen
1. El işi olmasına rağmen el değmeden yapılmış hissini veren bu nadide sanat eserine hayrandı.
1. El işi olmasına rağmen el değmeden yapılmış hissini veren bu nadide sanat eserine hayrandı.
Lisan : Farsça nādīde
Telaffuz : na:di:de