92406 kayıt bulundu.
1. üzülmek
1. Onun için üzülmeyecektim ama bu kabullenmişliği içimi burkuyordu.
1. Onun için üzülmeyecektim ama bu kabullenmişliği içimi burkuyordu.
1. iç çekmek
1. Öyle ağlıyor ki ben de içimi çeke çeke onu teselli etmeye çalışıyorum.
1. Öyle ağlıyor ki ben de içimi çeke çeke onu teselli etmeye çalışıyorum.
1. ruhunu karartmak, bezdirmek, yıldırmak
1. Bazı alametler büsbütün içimi çürüttü.
1. Bazı alametler büsbütün içimi çürüttü.
1. şaşırtmak, ürpertmek
1. Benden bu denli emin olması içimi dondurdu.
1. Benden bu denli emin olması içimi dondurdu.
1. üzüntüsünü, sıkıntısını duymak
1. Şimdi duyduğum suçluluğa karışan özlem içimi eziyor.
1. Şimdi duyduğum suçluluğa karışan özlem içimi eziyor.
1. bunalıma veya sıkıntıya sokmak, endişeye düşürmek
1. Annesini yanına aldığı günlerdeki mutsuzluğum hâlâ içimi karartıyor.
1. Annesini yanına aldığı günlerdeki mutsuzluğum hâlâ içimi karartıyor.
1. bir üzüntüden rahatsızlık duymak, tedirgin olmak
1. İçimi cehennemî bir üzüntü kemiriyordu.
1. İçimi cehennemî bir üzüntü kemiriyordu.
1. birinin gizli, saklı düşüncelerini anlamak
1. Çökük gözlerinin arkasında insanın içini ezberden okuyan bir hayat sezişi var.
1. Çökük gözlerinin arkasında insanın içini ezberden okuyan bir hayat sezişi var.
1. çok üzülmek, aşırı derecede sıkılıp harap olmak
1. İçini parça parça etmekle beraber Azize'nin feryadı ona tabii gelmeye başlamıştı.
1. İçini parça parça etmekle beraber Azize'nin feryadı ona tabii gelmeye başlamıştı.
1. sürekli aynı konuyu düşünmek, hep onunla meşgul olmak
1. Saat dokuza yaklaşırken onun içini bir bayram sevinci sarardı.
1. Saat dokuza yaklaşırken onun içini bir bayram sevinci sarardı.
Ön Takı : (birinin)
1. sıkıntı vermek
1. Fakat bu lakırtı Rabia'nın içini sıkar.
1. Fakat bu lakırtı Rabia'nın içini sıkar.
1. üzülmesine sebep olmak
1. Nerime'yi hatırlamak içimi derin derin sızlattı.
1. Nerime'yi hatırlamak içimi derin derin sızlattı.
1. çok üzülmek
1. Fakat küçüklerin bahçede ağlamaları o kadar içimi yaktı ki kendi kendime hiç kocaya varmamaya yemin ettiğimi hatırlıyorum.
1. Fakat küçüklerin bahçede ağlamaları o kadar içimi yaktı ki kendi kendime hiç kocaya varmamaya yemin ettiğimi hatırlıyorum.
1. şüphe içinde kıvranarak çok üzülmek
1. Ahmet Kerim, o gün bu kaygı ile içini yedi durdu.
1. Ahmet Kerim, o gün bu kaygı ile içini yedi durdu.
1. sıkıntıdan kurtulmak
1. İçimin ateşi hiç küllenmedi. Seneler geçtikçe daha alevleniyor. Evlat acısı bu.
1. İçimin ateşi hiç küllenmedi. Seneler geçtikçe daha alevleniyor. Evlat acısı bu.
1. telaş veya kaygı ile üzülmek
1. İçimizin yağı eridiği hâlde umursamadığımızı göstermek için kendimizi cendereye soktuğumuz yıllar...
1. İçimizin yağı eridiği hâlde umursamadığımızı göstermek için kendimizi cendereye soktuğumuz yıllar...
2. nispet vererek sevinmek
1. Onu o kadar kıskanıyordu ki eşinden ayrılışının hikâyesini dinlerken içinin yağları eridi.
1. Onu o kadar kıskanıyordu ki eşinden ayrılışının hikâyesini dinlerken içinin yağları eridi.
1. -e , -e , -i , -i , -e , -e , -i , -i , İçirme ihtimali veya imkânı bulunmak
2. İçirmeye gücü yetmek
1. isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , Yatak doldurmaya yarayan yün, pamuk, kıtık vb. şeyler