92406 kayıt bulundu.
1. isim , isim , dil bilgisi , dil bilgisi , isim , isim , dil bilgisi , dil bilgisi , Belli bir evrede görülen dil bilimi olgularının, olaylarının özelliği, eş anlılık, senkroni, senkronizm
1. isim , isim , eskimiş , eskimiş , isim , isim , eskimiş , eskimiş , Adlar, isimler
Lisan : Arapça esāmī
Telaffuz : esa:me
1. kendisine değer verilmemek, adı anılmamak
1. Sen babasının gönlünü ettikten sonra kızın esamesi mi okunur bre usta!
1. Sen babasının gönlünü ettikten sonra kızın esamesi mi okunur bre usta!
limon esansı
1. isim , isim , kimya , kimya , isim , isim , kimya , kimya , Bitkilerden türlü yollarla çıkarılan veya kimyasal yöntemlerle yapılan, kokulu ve uçucu sıvı
1. Buğday kokusu, ekmek kokusu gibi toprak kokusu da en nefis esanslardan daha asil bir mahiyet taşıyor.
1. Buğday kokusu, ekmek kokusu gibi toprak kokusu da en nefis esanslardan daha asil bir mahiyet taşıyor.
Lisan : Fransızca essence
1. isim , isim , isim , isim , Bir malın niteliğini belirtmek, özelliklerini göstermek amacıyla parasız verilen veya gönderilen mal
1. Avrupa firmalarından gelen yeni ilaç eşantiyonlarının tariflerini dikkatle okur, not ederdim.
1. Avrupa firmalarından gelen yeni ilaç eşantiyonlarının tariflerini dikkatle okur, not ederdim.
Lisan : Fransızca échantillon
1. isim , isim , isim , isim , Kölelik, tutsaklık, esirlik
1. Esaretimin geri kalan müddetini bu ümitle geçirmeye başladım.
1. Esaretimin geri kalan müddetini bu ümitle geçirmeye başladım.
2. Boyunduruk
1. İlim ve teknik bugün insanı tabiatın esaretinden kurtaran çeşitli vasıtalar icat etmiştir.
1. İlim ve teknik bugün insanı tabiatın esaretinden kurtaran çeşitli vasıtalar icat etmiştir.
3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Hâkimiyet altında bulunma
Lisan : Arapça esāret
Telaffuz : esa:ret
esas duruş, esas vaziyet
1. isim , isim , isim , isim , Bir şeyin özünü oluşturan ana öge, temel
2. Bir iş veya sözde doğru biçim
1. Bu işin esası böyle değil.
1. Bu işin esası böyle değil.
3. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Ana, temel olarak alınan, başlıca, asal, esasi
1. Esas düşünce. Esas görev.
1. Esas düşünce. Esas görev.
Lisan : Arapça esās
Telaffuz : esa:sı
1. isim , isim , askerlik , askerlik , isim , isim , askerlik , askerlik , Dimdik, kımıldamaksızın durma, esas vaziyet
1. isim , isim , askerlik , askerlik , isim , isim , askerlik , askerlik , Esas duruş
1. hazır ol durumunu almak
1. Kaldırımın önünde esas vaziyete geçip kasketini çıkardı.
1. Kaldırımın önünde esas vaziyete geçip kasketini çıkardı.
1. zarf , zarf , zarf , zarf , Başından, temelinden, kökeninden
2. Zaten
1. Esasen bende kabahat ki sizin gibi dönek insanlarla yola çıkmışım.
1. Esasen bende kabahat ki sizin gibi dönek insanlarla yola çıkmışım.
3. Nasıl olsa, gene
1. Esasen Mediha Hanım gelmese şimdi de hastayı yalnız bırakamayacaktım.
1. Esasen Mediha Hanım gelmese şimdi de hastayı yalnız bırakamayacaktım.
4. Aslında
1. Esasen evvelce de söylediğimiz gibi dilenmek şiddetle memnu idi.
1. Esasen evvelce de söylediğimiz gibi dilenmek şiddetle memnu idi.
Lisan : Arapça esāsen
Telaffuz : esa:sen
1. sıfat , sıfat , eskimiş , eskimiş , sıfat , sıfat , eskimiş , eskimiş , Asal
Lisan : Arapça esāsī
Telaffuz : esa:si:
1. isim , isim , isim , isim , Esaslanmak işi
1. Bizans'a karşı devamlı muharebeler, Bulgarlığın büyümesine ve esaslanmasına yardım etti.
1. Bizans'a karşı devamlı muharebeler, Bulgarlığın büyümesine ve esaslanmasına yardım etti.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Temeli sağlamlaşmak, temelleşmek
2. Kökleşmek
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Köklü, geniş ölçüde etkili, güzel, doğru
1. Büyüdüğü vakit de kendisine esaslı bir şey söylenmemiş.
1. Büyüdüğü vakit de kendisine esaslı bir şey söylenmemiş.
2. Kuvvetli, etkili
1. Annesi ona bağırırken babası da esaslı bir şamar indirdi.
1. Annesi ona bağırırken babası da esaslı bir şamar indirdi.
3. zarf , zarf , zarf , zarf , Köklü, etkili, güzel bir biçimde, doğru olarak
1. Konuyu esaslı öğrendi mi?
1. Konuyu esaslı öğrendi mi?
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Sağlam bir temele dayanmayan, köksüz, asılsız
1. Esassız bir iş.
1. Esassız bir iş.
2. Doğru olmayan, yalan
1. Bazen bir toplum, olduğu gibi esassız, çok abartılmış, yanlış rivayetlere kapılıp gidiyordu.
1. Bazen bir toplum, olduğu gibi esassız, çok abartılmış, yanlış rivayetlere kapılıp gidiyordu.