Sözlük

Her geçen gün büyüyen ve güncellenen TDE sözlüğü...

92406 kayıt bulundu.

Sırala
dünyaya gelmek
Anlamı:

1. insan, doğmak

Örnek:

1. Sonunda ne kadar istedilerse de erkek çocukları dünyaya gelmedi.

1. Sonunda ne kadar istedilerse de erkek çocukları dünyaya gelmedi.


dünyaya getirmek
Anlamı:

1. doğurmak

Örnek:

1. Hayriye Hanım yedi gün evvel ilk çocuğunu dünyaya getirmiştir.

1. Hayriye Hanım yedi gün evvel ilk çocuğunu dünyaya getirmiştir.


dünyaya gözlerini kapamak (veya yummak)
Anlamı:

1. ölmek

Örnek:

1. Bir sabah söyledi son sözlerini / Yumdu dünyaya ela gözlerini

1. Bir sabah söyledi son sözlerini / Yumdu dünyaya ela gözlerini


dünyaya kazık çakmak (veya kakmak)
Anlamı:

1. teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , çok uzun ömürlü olmak, çok yaşamak


dünyaya yuf borusu öttürmek
Anlamı:

1. ölmek

Örnek:

1. Mektubun elinize değmesinden epeyce zaman evvel dünyaya yuf borusu öttürmüş olacak.

1. Mektubun elinize değmesinden epeyce zaman evvel dünyaya yuf borusu öttürmüş olacak.


dünyayı anlamak
Anlamı:

1. dünyada neler olduğunu öğrenmek, deneyimi artmak


dünyayı ben yarattım demek (veya havasında olmak)
Anlamı:

1. aşırı mağrur olmak, büyüklenmek

Örnek:

1. O da oğlanın, dünyayı ben yarattım havalarındaki tavrından rahatsız olmuştu.

1. O da oğlanın, dünyayı ben yarattım havalarındaki tavrından rahatsız olmuştu.


dünyayı görmemek
Anlamı:

1. bir konuya veya bir işe aşırı odaklanıp çevre ile ilgilenmemek

Örnek:

1. Günlerce, haftalarca kitapların içine gömülür, dünyayı görmezdim.

1. Günlerce, haftalarca kitapların içine gömülür, dünyayı görmezdim.


dünyayı haram etmek
Anlamı:

1. bir yeri yaşanılmaz duruma getirmek

Örnek:

1. Kadıncağıza, o iki zavallı öksüz kızcağıza, dünyayı haram ediyor.

1. Kadıncağıza, o iki zavallı öksüz kızcağıza, dünyayı haram ediyor.


dünyayı sel bassa ördeğe vız gelir
Anlamı:

1. `birçok kimse için felakete yol açan bir olay, bazı insanları ilgilendirmez` anlamında kullanılan bir söz


dünyayı tozpembe görmek
Anlamı:

1. üzücü durumlara bile iyimser gözle bakmak

Örnek:

1. Gümüş şamdanların, pembe karanfillerin, kristallerin renk renk, ışık ışık parladığı sofralarda melek yüzlü, tatlı dilli insanlarla konuşur, dünyayı tozpembe görürdük.

1. Gümüş şamdanların, pembe karanfillerin, kristallerin renk renk, ışık ışık parladığı sofralarda melek yüzlü, tatlı dilli insanlarla konuşur, dünyayı tozpembe görürdük.


dünyayı tutmak
Anlamı:

1. çok yayılmak, her yere dağılmak

Örnek:

1. Şöhreti dünyayı tutan Paris kadını nadiren güzeldir.

1. Şöhreti dünyayı tutan Paris kadını nadiren güzeldir.


dünyayı zindan (veya zehir) etmek (veya dünyayı başına dar etmek)
Anlamı:

1. bir kimseyi çok sıkıntılı bir duruma sokmak

Örnek:

1. En güzel zamanında hiç olmayacak bir şey çıkarır, dünyayı kendine zehir edersin.

1. En güzel zamanında hiç olmayacak bir şey çıkarır, dünyayı kendine zehir edersin.


dünyevi
Anlamı:

1. sıfat , sıfat , eskimiş , eskimiş , sıfat , sıfat , eskimiş , eskimiş , Dünya ile ilgili, dünya işlerine ilişkin, uhrevi karşıtı


Lisan : Arapça dunyevī

Telaffuz : dünyevi:

dünyevilik
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Dünyevi olma durumu


dupduru
Anlamı:

1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Çok duru


Telaffuz : du'pduru

düpedüz
Anlamı:

1. zarf , zarf , zarf , zarf , Çok düz ve doğru bir biçimde, dümdüz olarak

2. Yalın, basit, süssüz, sade bir biçimde

Örnek:

1. Bir lakırtıyı düpedüz söylemek dururken, daha çok beğenilsin diye dolambaçlı yollardan söylediniz mi, çok kere manasız manasız şeyler meydana çıkıyor.

1. Bir lakırtıyı düpedüz söylemek dururken, daha çok beğenilsin diye dolambaçlı yollardan söylediniz mi, çok kere manasız manasız şeyler meydana çıkıyor.

3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Başka bir amaç gütmeden, açıktan açığa, açıkçası, gerçekten

Örnek:

1. Daha başkaları vardı ki bunlar düpedüz korkuyorlardı.

1. Daha başkaları vardı ki bunlar düpedüz korkuyorlardı.


Telaffuz : dü'pedüz

dur durak (veya dur dinlen veya dur otur) yok
Anlamı:

1. durup dinlenmeden sürekli çalışmayı anlatan bir söz

Örnek:

1. Gayri bana dur durak yok.

1. Gayri bana dur durak yok.


dur! (veya durun!)
Anlamı:

1. `biraz zaman geçsin` anlamıyla cümlelerin başına gelen bir söz

Örnek:

1. Dur! Bu işi ben yaparım. Durun hele, bakalım ne olacak!

1. Dur! Bu işi ben yaparım. Durun hele, bakalım ne olacak!


durabilme
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Durabilmek işi


durabilmek fiil
Anlamı:

1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Durma ihtimali veya imkânı bulunmak

Örnek:

1. İşin içinden nasıl çıkacağını kestiremez, bir iradesizlik, bir bilgisizlik, bir bıkkınlık, canından bezginlik ile ayakta durabiliyordu.

1. İşin içinden nasıl çıkacağını kestiremez, bir iradesizlik, bir bilgisizlik, bir bıkkınlık, canından bezginlik ile ayakta durabiliyordu.


duraç
Anlamı:

1. isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , Kaide


duradur
Anlamı:

1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Çok uzak

Örnek:

1. Ne yapacağını bilmez serseri bir revişle, uzaklarda yeşil zirveleri dalgalanan duradur dağlara doğru uzaklaştı.

1. Ne yapacağını bilmez serseri bir revişle, uzaklarda yeşil zirveleri dalgalanan duradur dağlara doğru uzaklaştı.


Lisan : Farsça dūrādūr

Telaffuz : du:ra:du:r

durağan

İlgili Kelimeler:

durağan elektrik

Anlamı:

1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Yerini değiştirmeyen, yerli, hareketsiz, sabit

Örnek:

1. Sessizce gezinecek çevresinde, durağan bir yıldız gibi gökle birlikte dönecek o.

1. Sessizce gezinecek çevresinde, durağan bir yıldız gibi gökle birlikte dönecek o.

2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Etkin olmayan, gelişmemiş

3. fizik , fizik , fizik , fizik , Akışmaz


Durağan
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Sinop iline bağlı ilçelerden biri


Özel: Evet

Telaffuz : dura'ğan